Limon Bahçeleri [Marina Koroleva] (fb2) читать постранично, страница - 7

- Limon Bahçeleri 630 Кб, 43с. скачать: (fb2)  читать: (полностью) - (постранично) - Marina Koroleva

 [Настройки текста]  [Cбросить фильтры]

Janna çok mutluydu. Hiç Konstantinopolis'e gitmemişti ve bir VIP yolcu uçağıyla hiç uçmamıştı. Bu onun için çok farklı heyecan olacaktı.

Yakın bir gelecekte buluşmayı ve geri kalan hikâyeyi öğrenmeği merak eden Davi, Simon Ogonyan'ın mesaj kutusuna, kendisinin ve arkadaşının yakında İstanbul'a uçacaklarını belirten bir mesaj gönderdi.

Janna, "Maalesef henüz uçuş yok," diye yanıtladı.

Davi hiç düşünmeden tek çözümü yazdı:

“Özel uçuşlara bak. Bana şirketin banka bilgileri ve rezervasyon numaranı gönder.”

“Çok basit!” Janna, gerçek adını hiç sormadığını düşünerek mutlulukla parladı. “Muhtemelen onun için önemli değil.” Davi, Annette'in albümüyle ilgileniyordu ve orijinal çizimleri İstanbul'a getirmesini istedi.

Birkaç gün sonra Jannette, başarılı bir şekilde bulduğu özel uçuşun tarih ve saatini bildirdi.

Davi:

“Harika! Şehir merkezinde, arkadaşlarımın yanında buluşalım! Önümüzde ilginç ve uzun bir sohbet var.”

Janna minnettarlığın altına adını yazmak istedi ancak ilk harfi sildikten sonra gülen bir yüz koydu.

"… iyi uçuşlar."

Pandemi sırasında Davi'nin fonları, bir yedek cüzdana geçti. Kendisi ve Hayk için makul bir fiyata, normal bir uçuş baktı. Hayk kalacak yerle ilgilendi.

Şimdi İstanbul’da taksi onları şehir merkezine hızla götürüyordu. Epey kalabalık olmasının dışında, farklı farklı insanların buluşmasının resmini izliyorlardı sanki.

Tramvay raylarından ayrılarak birkaç karmaşık sokaktan geçtiler. Konstantinopolis Kilisesi'nin, Ortodoks cemaatinin arkasına döndüler ve kendilerini üç katlı bir evin kapısının önünde buldular. İçeri girdikten sonra, geniş ve oldukça ferah bir bahçede etrafı süpürmeye çalışan başörtülü, bir kadına rastladılar. Hayk'ın taksi şoföründen sonra bu ikinci kez Türkçe konuşmasıydı.

Kadın uzaktaki bir kanepeyi işaret etti.

–Biz ilk ziyaretçileriz, diyen Hayk saatine bakarak telefonuyla karşılaştırdı: 08.30

Davi şaşkınla Hayk’a baktı:

–Türkçe bildiğini hiç düşünmemiştim!

–Ben burada doğdum ve babam ayrılmak zorunda kalana kadar hepimiz yan sokakta yaşadık. Amcam büyük bir meblağ ödedi fakat babam ödemeyi reddetti ya da kaderi baştan çıkarmak istememişti. Tıpkı Kayseri'deki her şeyi bırakıp dolambaçlı yoldan Konstantinopolis'e gitmek zorunda kalan dedem gibi biz de İstanbul'dan aceleyle ayrılmak zorunda kaldık. Modern Türkiye'nin artık Hıristiyan topluluklara ihtiyacı yok. Bir kuruşa daire, işyeri sattık ve neredeyse eli boş gittik. Ancak iş hakkındaki paha biçilmez bilgi ve deneyim, kısa sürede babamı ayağa kaldırdı.

Davi etrafa bakarken sessizce dinliyordu. Duvarın bir kısmı çok eskiyken, diğerleri aceleyle yapılmış ve zamanın kronolojisini gizlemiş gibi görünüyordu. İnce malzemelerden oluşan ek yapı, birkaç küçük odaya bölünmüştü. Bu İtalyan mahallelerini hatırlattı. Sokak gürültüsü ve sürekli koşuşturma halinde olan insanlar burada da hüküm sürmüş olmalı, ancak karantina sırasında her şey sessizleşti ve yaklaşan değişikliklerin beklentisiyle saklanmıştı.

Hayk, Davi'nin mantığını yakaladı ve düşüncelerini rahatsız etmeden mutfağa gitti. Bir süre sonra elinde tepsiyle döndü. Arkasında bir kadın, termos getiriyordu. Masayı kurduktan sonra, ciddiyetle ellerini açtı:

–Otantik Anadolu kahvaltısı: Taze simit, pastırmalı omlet ve sıcak çay! Daha ne olabilir dostum?

Hayk masanın yanı başındaki sandalyelerden birine oturmak üzereydi. Giriş kapısı açıldı, kır saçlı bir adam kapıyı tutması için bir kasa meyveyi yerleştirdi. Bahçeye doğru baktı ve misafirleri kendi tarafına jest yapmak amacı ile çağırdı. Hayk ve Davi çıkışa gittiler, tek dar yolda erzak dolu bir minibüs duruyordu.

Hayk sıkıcı bir şekilde:

–Çalışmamız gerekecek, dedi.

Adam Hayk'a sarıldı ve sonra gözlüklerinin üstünden arkadaşına baktı.

–Böyle bir tanışma için üzgünüm. Bu sabah restoran için bir liste üzerinde çalışmak zorunda kaldım.

Adam elini uzattı. Gömleğinin kolu dirseğinin yukarısına kıvrılmıştı.

–Ben Hayk'ın kuzeniyim, Robert.

–Davi… David, fark etmez.

Arkadan gelen arabadan bir sinyal duyuldu. Robert parmaklarıyla ‘5 dakika’ işareti yaptı. Davi kısa sürede bu kadar çok kasayı, nasıl idare edeceklerini merak etti. Ancak her şeyin boşaltılıp bahçeye konması için bir süre geçti.

Robert arabayı otoparka bıraktı ve elinde bir liste ve faturalarla geri döndü. “Ben de kahvaltıya yetiştim!”

Hepsi birlikte masanın etrafındaki sandalyelere oturdular. Yakınlarda birkaç süs, yabani limon ağacı vardı. Cam bardaklara kehribar çayı döktükten sonra Robert, şerefine kadeh kaldırmayı söyledi:

–Sınırların açılması için!

–Başarılı bir sezon ve iyi bir iş için, diye devam etti Hayk.

–Yeni müzik ve projelere, diye ekledi Davi. Cep telefonunun ekranına baktı ve üzerinde yeni bir mesajı olduğunu fark etti.

“Havaalanından çıkıyorum, Lemon Gardens'ta görüşürüz.”

Davi, “Burada yemekler mükemmel,” diye yanıtladı.

Telefondan başını kaldırarak arkadaşlarına baktı. “Akrabam bize geliyor!”

Hayk; Davi'nin, Annette'ye ait arşivlerinden ve anılarından bir puzzle misali bir araya getirmesini neredeyse başardığı hikâyeyi birkaç cümleyle anlattı.

Robert yeni tanıdığının omzuna hafifçe vurdu.

–Bu manastırın ve o güzel limon bahçelerinin, ne hale geldiğini sadece tahmin edebilirim. Her şeyi kendi gözlerinizle bulmalı ve görmelisiniz. Büyük medeniyetler, bu topraklarda doğup yok olmuş ve şimdi burada sadece koskocaman bir pazar görüyorum.

Omletin kalanını çabucak bitirdi ve anahtarları masaya koyan Robert mutfağa gitti. Az önce görünen birkaç işçi, aceleyle kasaları bodruma taşımaya başladılar.

Hayk gözleriyle anahtarı göstererek,

–Davi, bu senin, dedi, – Üst katta küçük bir stüdyo ve iki kişi için yeterli alan olmalı. Yakınlarda bulunan akrabalarımın birinde kalacağım. Yapmam gereken bazı önemli işlerim var, canın sıkılırsa veya konuşmak istersen benimle barda buluş.

–Akşamları burada DJ set çalabilirim.

–İyi fikir!

Çıkışta Hayk, elinde birkaç seyahat broşürü olan ve omzuna spor çanta taşıyan, genç, esmer bir kadınla karşılaştı.

Janna içeri girdi ve yalnız oturan Davi’yi çay içerken gördü. Karşıdaki silueti fark ederek, Davi yukarı baktı. Bir süre güzel kızın neden ona baktığını ve eliyle selamlama hareketi ettiğini anlamadı. Jannette masaya yaklaştı, çantasını çıkardı ve kanepeye koydu.

–Simon, sen misin?

–Benim büyük büyük babam. Ben Janna, Jannette.

Davi şaşkınlıkla mavi gözlerinin içine baktı ve yazışmadaki tüm detayları nasıl olur da sormadığını merak etti.

Janna karşıda bulunan hasır koltuğa oturdu ve utancından açıklama yapıp yapmayacağı konusunda kararsız kaldı.

Sonunda Davi elini uzattı.

–Merhaba, seni erkek sanıyordum. Sürpriz işe yaradı!

Janna gülümseyip elini sıktı.

–İşte şimdi ve burada tanıştık! Mutlu bir şekilde…

Biraz sessiz kaldıktan sonra,

–Unutulmaz bir uçuş için teşekkür ederim, diyerek sözlerini tamamladı.

Hafif bir rüzgârın esintisi geldi. Bu ya limon tadı hissi ya da tatlı-ekşi parfüm kokusu gibiydi. Bu an sonsuza dek onların hafızalarında iz bıraktı.

14

Hayk tozlu sokaklarda yürüyordu. Sol tarafında eski bir taş duvarı kaldı, orası zamanında Avrupa ticaret heyeti için inşa edilmişti. Şimdi arkasında bir konsolosluk duruyordu. Sağ tarafına baktığında birkaç ev görülüyordu. Birinin kapısının önünde durdu ve iki adım geri çekildikten sonra tüm binaya şöyle bir göz attı. Sanki tarih tüm mahallenin kayıp halinden bir şeyler fısıldıyor gibiydi.

Bina 4 katlıydı ve üçüncü katın Fransız tasarımlı balkonundan satış ilanı görünüyordu. Hayk her şeyi farklı açılardan fotoğrafladı, ardından açık olan ön kapıdan içeri girdi. Keskin bir tıslama ile birkaç kedi dışarı fırladı. Girişe bakıldığında oldukça karanlıktı. Hayk telefonunun fenerini açmak zorunda kaldı. Uzun süredir kedilerin mekân edinmesi sebebiyle basamaklara sinen kokular eşliğinde, merdivenlerden dikkatlice yukarı çıktı. Keskin koku duvarlara da yayılmış, yıllardır boyanmamıştı. Birinci ve ikinci katın demir kapılarının yanından geçti. Kendini 3 numaralı dairenin eski ahşap